18 Aralık 2007 Salı

2. Meşrutiyet’ten Mondros Ateşkes Antlaşması’na Kadar İttihat ve Terakki


İttihat ve Terakki 1908, 1909, 1910 ve 1911’de Selanik’te gizli; 1912, 1913, 1916, 1917 ve 1918’de İstanbul’da legal kongreler yapmıştır. (Taner Akçam bir televizyon konuşmasında İttihat ve Terakki’nin 1913’e kadar Taşnaklar’la bir koalisyon içinde imparatorluğu yönettiğini söylüyordu. O zaman şu soruları sormak gerekir: İttihat ve Terakki 1911’e kadar kongrelerini neden gizli olarak yapmıştır? Neden ancak 1913’te kendisini açıkça siyasal bir parti olarak ilan etmiştir?) 1909’da cemiyetin gizlilikten çıkıp dernekler yasasına göre kurulması kabul edildi. (Buna rağmen 1909, 1910 ve 1911 kongreleri gizli yapıldı.)

Mustafa Kemal o dönemde üye olan subayların askerlik ile İttihat ve Terakki arasında bir seçim yapmaları gerektiği, aksi takdirde cemiyetten bir hayır gelmeyeceği görüşündeydi. Ona göre ordu desteğine güvenerek halk desteği arayacak üyeler işlerini gevşek tutarlardı. 1909’da aktif İttihat ve Terakki üyeliği ile askerliği bir arada götüren en ünlü subay Enver Paşa’dır. Mustafa Kemal’in bahsettiğimiz duyarlılığının ne kadar doğru olduğu Enver Paşa örneğinde daha sonra açıkça ortaya çıkmıştır. (HÇ 94)

1912 Eylül’ünde patlak veren Birinci Balkan Savaşı’nın ardından 3 Aralık’ta Balkan devletleriyle bir ateşkes imzalandı. (HÇ 103) Bu dönemde İttihatçılar büyük bir infial içindeydiler, Rumeli elden gitmekteydi ve ülkede bir İttihatçı avı başlamıştı. Hüseyin Cahit Avrupa’ya kaçmaktan bahsedince, Talat Bey’den “saklanmaya evet, ama yurtdışına kaçmaya hayır” cevabını almıştı. Hüseyin Cahit bu dönemde gazetesi Tanin’i kapatmıştır. (HÇ 102)

Özet olarak 1908 devriminden beş yıl sonra devrimin partisi yasadışı ilan edilmiş ve İttihatçı kulüpler kapatılmışlardı. Esasen 1908’den 1913 başına kadar geçen dönemde İttihat ve Terakki tam bir iktidar olmamıştır. Prof. Dr. Sina Akşin bu dönemi bir “denetleme iktidarı” olarak adlandırır.

1913 yılının bu zorlu günlerinde İttihatçılar silah zoru ile iktidarı ele geçirmeye karar verdiler ve Babıâli Baskını denilen darbe gerçekleşti. Bu olaydan 1. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Osmanlı İmparatorluğu’nu İttihat ve Terakki Partisi kadroları yönetmiştir. Babıâli Baskını aşağıda göreceğimiz gibi planlanması ve uygulanması akıldışı gibi görünen bir olaydır. Örgütleyicisi Talat Bey ve olayı cesareti ile sürükleyen Enver Bey’dir.

Yukarıda belirttiğimiz gibi 1913 yılında yapılan kongrede İttihat ve Terakki kendisini açıkça siyasal bir parti olarak ilan etti. (HÇ 96)

30 Ocak 1913’te yeni hükümetin Edirne’nin Osmanlı toprakları içinde kalması önerisi reddedildi ve Şubat ayında Çatalca cephesinde, yani payitahtın dibinde Bulgarlar’la savaş yeniden başladı. Bu arada Bulgarlar ve diğer Balkan devletleri arasında Osmanlı’nın mirasını paylaşma mücadelesi devam etmekteydi. İttihatçılar, aralarında Dahiliye Vekili Talat Paşa da olmak üzere ateşli bir biçimde Edirne’nin yeniden alınması taraftarıydılar. Edirne 22 Temmuz’da kurtuldu ve nihayet Bulgaristan barış istedi. 29 Eylül 1913’te imzalanan İstanbul Antlaşması’yla Edirne resmen Osmanlı Devleti’ne geri verildi. (Kronolojide 29 Ağustos tarihi de veriliyor!) 1908’de meşrutiyeti geri getiren, Babıâli Baskını’nı gerçekleştiren ve hürriyet kahramanı olarak anılan Enver Bey halk arasında artık “Edirne Fatihi” olarak da anılmaya başlandı.

1914 yılında 1. Dünya Savaşı başladı ve Osmanlı İmparatorluğu savaşın başlamasından kısa bir süre sonra Almanya ve diğer İttifak Devletleri’nin yanında savaşa katıldı. Ancak Osmanlı Devleti’nin bu savaştaki amacı, diğer devletlerin aksine, saldırı değil, savunmadır.

Kısa süre sonra ülkenin doğusunda Rus saldırısı başlarken aynı zamanda Ermeni isyanları da patlak verdi. 1915 yılının Mayıs ayında ünlü Zorunlu Göç Yasası çıkartıldı. Bu yasaya daha sonra ayrıca değineceğiz. Aslında Osmanlılar’ın sadık milleti Ermeniler’in tutumu ilk defa 1853 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında değişmişti. (HÇ 139) Yukarıda belirttiğimiz gibi 1878 Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları’yla Ermeni sorunu ilk defa resmen uluslararası bir sorun haline gelmişti. Yine 19. yüzyılın sonlarına doğru ülkenin değişik yerlerinde birçok isyan çıkmıştı. Bu isyanların arkasındaki Taşnak ve Hınçak partilerinin amacı, bir karışıklık yaratmak ve başta Rusya olmak üzere büyük devletlerin fiilen müdahil olmalarını sağlamak ve bu yolla bir bağımsız bir Ermeni devleti kurulmasıydı.

İttihatçılar Taşnaksütyun Partisi’nin 8. büyük kongresine gözlemci göndermişlerdi. Ermeniler’in Rusya içinde ayaklanmalarını, Rusya’ya karşı ihtilalci bir tavır almalarını istemekteydiler ve kongereye de bu fikri aşılamak amacıyla katılmışlardı. Taşnaklar Çarlık Rusyası’nın yanında yer almayı ve İttihatçılar’ın beklediklerinin tam tersini yapmayı tercih ettiler. (HÇ 122) Tehcir kanununa giden yolu bizzat kendileri sırtlarını dayadıkları güçlerle birlikte açmışlardır. (Bu konuda tüm dinleyicilere Ermenistan’ın ilk başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok” başlıklı raporunu okumalarını tavsiye ederim. Kitap Kaynak Yayınları’ndan geçtiğimiz aylarda çıkmıştır.)

İttihat ve Terakki 1916 yılına kadar Osmanlıcılık düşüncesinden vazgeçmemiştir. O zamana kadar ideolojisi Panislamizm ve Pantürkizm karışımıdır. Özellikle Panislamizm düşüncesinin yansıması olarak Enver Paşa bir İslam ihtilali hayal etmektedir. Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa’nın bu düşüncesiyle ilgili olarak Falih Rıfkı Atay’a şunları anlatıyor:

“Enver Paşa bana Hindistan’a doğru bir sefer yapmak isteyip istemediğimi sordu. Emrime üç alay vereceklerdi. İran’da halkı ayaklandıra ayaklandıra Hindistan’a kadar gidecektim. ‘Ben o kadar kahraman değilim’ dedim. Talat Paşa, niçin bu görevi kabul etmediğimi sorduğu zaman da ‘Bize bir harita getirsinler’ dedim. Durumu gösterdikten sonra da ‘Hem niçin üç alay? Tek bir adam gönderin yeter. Nasıl olsa kendi kuvvetini kendi yapmaya mahkûm değil midir?’ [dedim]. [Talat Paşa şöyle cevap verdi:] ‘Bu fedailiği üstüne almalı idin...’ ‘Eğer böyle bir şeye imkân olsaydı, sizin emrinizi beklemezdim... Kendim gider, kuvvetler bulur, Hindistan’ı fetheder ve imparator olurdum’ cevabını verdim.” (HÇ 115)

Yukarıda belirttiğimiz gibi 1916 yılındaki kongrede Osmanlıcılık açıkça terk edilirken, partinin “Türkçü ve milliyetçi” olduğu ilan edilmiştir. İttihat ve Terakki Osmanlıcılık ve İslamcılıktan yola çıkmış, en sonunda Türkçülük düşüncesine ulaşan bir süreçten geçmiştir. Esasen modern Türk milliyetçiliğinin aşağı yukarı yüz elli yıla yakın bir tarihi vardır. Türk edebiyatında vatan kavramını ilk kullanan şair 19. yüzyılın ikinci yarısında Namık Kemal’dir. İttihat ve Terakki kadrosu da görüldüğü gibi baştan itibaren Türk milliyetçiliğinin bir savunucusu olmamış, fikirleri tarihsel süreç içinde olgunlaşmış ve Anadolu’daki milli devrimle birlikte doruk noktasına ulaşmıştır. (Ancak bugün Alman kamuoyunda Jöntürkler ve İttihat ve Terakki liderlerinin Türk ırkçıları olduğu, Ermenileri [ve hatta Anadolu’daki diğer Hristiyan toplulukları] 1. Dünya Savaşı öncesinde toptan yok etmeye karar verdikleri propagandası sık sık karşımıza çıkmaktadır; bu, bu konuşma metninde de açıkça görüldüğü gibi, doğru değildir.)

Hepimizin bildiği gibi nihayetinde 1. Dünya Savaşı İttifak Devletleri tarafından yitirildi. 30 Ekim 1918 günü Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı.

1 Kasım 1918 tarihinde yapılan son İttihat ve Terakki kongresine bir yenilgi havası hakimdi. Talat Paşa kongrede yaptığı konuşmayı şöyle bitirmişti (HÇ 97):

“Vaziyetin aldığı şekil üzerine İttihat ve Terakki’nin hükümeti, iktidar mevkiini terk ettiği gibi, cemiyet liderleri de istifa ediyorlar. Cemiyetin bundan böyle ittihat edeceği hareket hakkında karar vermek kongrenin hakkıdır.”

Aynı gece Talat Paşa ve diğer İttihat ve Terakki liderleri vatanlarını terketmek durumunda kaldılar ve bu haber ancak kongrenin üçüncü gününde duyuldu. İttihatçı liderler 1 Kasım’ı 2 Kasım’a bağlayan gece (kimi kaynaklara göre 2 Kasım’ı 3 Kasım’a bağlayan gece) bir Alman torpidosuyla İstanbul’dan ayrıldılar. Talat Paşa’nın cebinde sadece 300 lira vardı. (Kendisi Berlin’de bir süre sonra maddi sıkıntılar nedeniyle Padişah’ın zamanında kendisine verdiği altın bir tabakayı göndererek eski İttihatçı bir Yahudi zengininden borç istemek zorunda kalmış, ancak reddedilmiştir.)

İttihatçı liderler arasında yurtdışına çıkmaya en güç ikna edileni Talat Paşa olmuştur. Bunu İttihatçılar’ın anılarından öğreniyoruz. Örneğin Mithat Şükrü Bleda şunları yazıyor:

“Talat, Enver ve Cemal Paşalar’la Merkezi Umumi üyelerinden Doktor Nâzım, Doktor Bahaddin Şakir ve Doktor Rusuhi’nin İstanbul’da kalmaları, bile bile ölüme atılmaları olurdu... Talat, memleketi terk etmeye şiddetle karşı koymuşsa da, olayların süratle gelişmesi ve dostlarının devamlı ısrarları karşısında maneviyatı bozulmaya başlamıştı. Ortalık durgunlaşıp, memleket yabancı işgalinden kurtulduktan sonra tekrar İstanbul’a dönmek üzere bir süre için Berlin’e gitmeye ve olayların gelişmesini orada beklemeye razı oldu... Ne Talat, ne Enver, ne de Cemal servet peşinde koşan kimseler olmadıkları gibi, memleketin malına el değil dil uzatacak karakterde de değillerdi.” (HÇ 151)