18 Aralık 2007 Salı

Talat Paşa ve Ermeni Sorunu


Yukarıda bahsi geçen, 27 Mayıs 1915 yılında çıkan Tehcir (göç ettirme) Kanunu’nun çıkış amacı savaş halindeki Türk ordusunun cephe gerisini korumak, isyan ve ayaklanmaları önlemektir. Bu kanunun adından da bellidir: “Savaş Zamanında Hükümet Uygulamalarına Karşı Gelenler İçin Asker Tarafından Uygulanacak Önlemler Hakkında Geçici Kanun”. 1915 yılının Mayıs ayına gelinene kadar olanları kısaca hatırlayacak olursak...

· 1914 yılı sonunda Rusların saldırısı başladı ve Kars düştü.
· Ardından Sarıkamış harekatı düzenlendi ve sadece soğuk nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu 90,000 askerini kaybetti. (Başında Alman generalleri ve onların [Mete Soytürk’ten aktarıyorum] “sen aslansın, sen kaplansın, sen Napolyon’sun, seni Kafkasya’nın, Orta Asya’nın hakimi yapacağız” diye yüreklendirdikleri Enver Paşa’nın olduğu bu harekat büyük bir faciayla sonuçlandı.)
· Sarıkamış faciasının ardından Ocak-Şubat aylarındaki Rus ilerleyişi sırasında Ermeni çeteler katliamlar yaptılar.
· Bu dönemde İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’ye saldırısı beklenirken, Adana’dan Urfa’ya, Erzurum, Muş ve Van’a kadar olan bölgede isyanlar çıktı. Özellikle Van’daki isyan çok büyük çapta ve vurucudur.

Osmanlı 3. Ordusu Kurmay Başkanı Felix Guse savaştan sonra şunları yazmıştır:

“Daha savaşın hemen başlangıcında, 1914 yılının Kasım ayında Ruslar Doğubeyazıt’ın çevresini işgal ettiler. Bunu fırsat bilen Ermeniler çevredeki köy ve kasabalardaki Türkleri vahşice katletti.”

Batı’da Ermeni sorunuyla ilgili yayımlananan araştırma ve incelemelerin büyük kısmında Türkler’in 1. Dünya Savaşı sırasında Ermeniler’e soykırım yaptıkları öne sürülmektedir. Esasen birçok tarihçi ve araştırmacının çalışmaları incelendiğinde kendilerinin başta Ermeni, İngiliz, Fransız ve Alman propagandasının etkisi altında kaldıkları görülür. Bununla ilgili olarak Osmanlı Üçüncü Ordusu Kurmay Başkanı Felix Guse 1925 yılında şunları yazmıştır:

“Türklerin, Ermeniler’in yok edilmesi doğrultusunda emir vermiş oldukları iddia edilebilir. Ancak bu konuda elle tutulur bir delil bulunmamaktadır. Gerçi Talat Paşa’nın yargılanması sırasında böyle birtakım deliller mahkemeye sunulmuşsa da, tüm bunlar, Ermeniler tarafından kaleme alınmış propaganda amaçlı ve aslı esası bulunmayan bazı düzmece delillerdi...

İşin asıl garip tarafı ise Alman kamuoyunun büyük bir kısmının müttefikimiz için değil, aksine onun düşmanı Ermeniler için çalışıyor olmalarıdır. Almanya’da – bugün de olduğu gibi – Türkler’den çok Ermeniler’in haksızlığa uğradıkları kanısı yaygındır. Alman kamuoyunun sorunu bu şekilde algılamasında elbette ki Dr. Lepsius’un büyük katkıları olmuştur. Aslına bakılırsa ‘Asıl acınacak Türkler’di. Çünkü, onların acılarını dindirecek, sıkıntılarını giderecek ve uğradıkları büyük haksızlığı Batı kamuoyuna duyuracak ne Alman ne de Amerikan misyonerleri bulunmaktaydı.’ Ermeniler kendilerini acındırmayı çok iyi becerdiler ve yıllarca bu türden propagandalar yaptılar.” (SK 58)

(Bilindiği gibi son olarak 16 Haziran 2005 tarihinde Alman Parlamentosu’ndan bir yasa çıktı ve bu yasa demokrasi tarihinde nadir rastlanan bir şekilde istisnasız bütün milletvekillerinin evet oylarıyla kabul edildi. Üstelik de Alman Dışişleri Arşivleri’nin açıkça bir soykırıma işaret ettiği propagandası sürekli yapıldı. Halbuki bu gerçeğe uygun değildir. Ayrıca sürekli Alman Dışişleri Arşivleri’nden söz edilirken, Alman Askeri Arşivleri’ne çok az değinilmektedir. Bir örnek vermek gerekirse, Spiegel dergisi bile, ki bu dergi soykırım yapıldığı görüşündedir, 18 Nisan 2005 tarihli sayısında şöyle yazmıştır:

"Antiarmenische Äußerungen und Ausdrücke des Mitgefühls in den internen deutschen Papieren halten sich nach Ansicht von Experten ungefähr die Waage."

Bu yasanın görüşülmesi sürecinde Türk kuruluşları ve aydınlarına maalesef hemen hemen hiç söz hakkı verilmemiş, Türk tezleri dinlenmemiştir.)

Değerli araştırmacı Mete Soytürk 500 cildi aşan askeri dergiler ve kitaplardan derlediği çalışmalarında Tehcir kanununun çıkarılmasında o sırada Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunan ve orduyu yöneten Alman komutanlarının rolleriyle ilgili önemli bulgulara ulaşmıştır. (Dilerim, kendisini bir gün burada konuk etme imkanımız olur.) Çalışmasından bazı satırları aktarıyorum:

“Askeri Harekât Dairesi Başkanı Yarbay Feldmann ise, açık açık göç kararı veren Alman subaylardan birinin de kendisi olduğunu yazıyor. Neden olarak da yukarıdaki isyanı vurguluyor. Diğer subayın da Liman von Sanders olduğunu belirtiyor.

Ülke içinde yaşayan diğer azınlıklar özellikle Rumlar 1917’de Yunanistan resmen İtilaf Devletleri yanında Türkiye’ye karşı harbe girmesine rağmen, hiçbir isyan hareketi başlatmadıkları için kendilerine karşı hiçbir yerde zorla yer değiştirme hareketi yapılmamıştır. Hatta Almanlar’ın istemesine rağmen Türk hükümeti böyle bir karara gerek duymamıştır... Türk Genel Kurmay Başkanı General Bronsart ‘Rumlar’ın Ege kıyı bölgelerinden çıkarılması askeri bir gereklilikti, fakat Talat Paşa Rumlar’ın isyan etmediklerini ileri sürerek izin vermedi’ diyor.” (Soytürk 5-6)

“Talat Paşa anılarında Doğu bölgesinde Van'da Nisan isyanından çok önce, herhalde Şubat ayındaki 1. Van isyanı sırasında olsa gerek, Genel Kurmay karargahının Ermeniler’in tehcirini Bakanlar Kurulundan istediği[ni], böyle bir kararın çıktığı[nı,] fakat uygulamanın Talat paşa tarafından kendisinin belirttiği nedenlerle geciktirildiği[ni] [yazar]. Talat Paşa “Ordu idaresi yeniden Tehcir Kanunu’nun uygulanmasında ısrar etti. Ben tekrar kabulü aleyhinde bulundum. Birkaç defa çok acı durumlar bana göstermişti ki, Hristiyanlar’ın Müslümanlar’a yaptıkları zulümler Avrupa'da büyük bir hoşgörü [ile] ve sessizce karşılandığı halde, Müslümanlar’ın en ufak bir hareketi haddinden fazla büyütülüyordu. Bu sebeple Ruslar’ın bu savaşta Ermenilerin yanı başında bulunması yüzünden çıkacak karışıklıkların bizim aleyhimize sömürüleceğini önceden biliyordum.” diyor. (Soytürk 10)

Talat Paşa’ya yapılan iftiraların en büyüğü kendisinin bir sözünün konunun bütün anlamı dışına çıkarılarak çarpıtılması sonucu yapılmıştır, yapılıyor. Alman konsolos Hohenlohe-Langenburg’un 4 Eylül 1915 tarihinde Başbakan Bethmann Hollweg’e gönderdiği telgrafta Talat Paşa’nın şu sözü alıntılanmıştır: “Ermeni sorunu artık ortadan kalkmıştır.” (Die Armenische Frage existiert nicht mehr.) Bu cümle sık sık sanki “Ermeniler’i yok ettik, bu yüzden sorun ortadan kalkmıştır” gibi yorumlanmakta ve tek başına kullanılmaktadır. Halbuki gönderilen telgraf şu şekilde:

“Talaat Bey übergab mir am 2. d. M. die in Abschrift beigefügte deutsche Uebersetzung von verschiedenen telegraphischen Befehlen, die er in Sachen der Armenierverfolgungen an die in Betracht kommenden Provinzialbehörden gerichtet hat. Er wollte hiermit den Beweis liefern, daß die Zentralregierung ernstlich bemüht ist, den im Innern vorgekommenen Ausschreitungen gegen die Armenier ein Ende zu machen und für die Verpflegung der Ausgewiesenen auf dem Transporte Sorge zu tragen. Mit Bezug hierauf hatte Talaat Bey einige Tage vorher mir gegenüber die Äußerung getan: la question arménienne n'existe plus. [Die Armenische Frage existiert nicht mehr.]” (http://www.armenianquestion.org/)

Görüldüğü gibi Talat Paşa Ermeniler’in kökünün kurutulduğunu filan söylememiş, ama zorunlu göç sırasındaki problemlerin kontrol altına alındığını ifade etmiştir. Nitekim kendisi Haziran 1915’te Ermeniler’in başına gelen kötü olaylar nedeniyle üç vilayete şu emir yazısını göndermiştir:

“Erzurum’dan ihraç olunan Ermenilerden beş yüz nüfusluk bir kafilenin Erzincan ile Erzurum arasında Kürtler tarafından katledildiği Erzurum Vilayeti’nden bildirilmiştir. İhraç olunan Ermenilerin yollarda hayatlarının korunmasına imkan nispetinde çalışılması ve sevkleri esnasında firara kalkışanlarla, muhafazalarına me’mur olanlara karşı saldırıda bulunacakların yola getirilmeleri tabiidir. Fakat buna hiçbir zaman ahali karıştırılmayacak (...)[4] ve aynı zamanda harice karşı da pek çirkin görünecek olayların olmasına kesinlikle meydan ve imkan bırakılmayacaktır. Binaen-aleyh o tarikle (yol) gelecek Ermenilerin güzergahlarında bulunan aşiretler ile köylülerin taarruzuna karşı her türlü esbab ve aracın istikmaliyle müdafaası ve katliam ve gasba cür’et edeceklerin şiddetle yola getirilmeleri lazımdır.”

İşte bu emri gönderen Talat Paşa soykırım tezini savunanlar tarafından sözde Ermeni soykırımının baş planlayıcısı ve uygulayıcısı olarak suçlanmaktadır. Sormak gerekir: Amacı soykırım olan bir hükümetin başı böyle bir emir yazısı gönderir mi?

Tehcir kanunuyla iki önemli bölgede ordunun cephe gerisi sağlama alınmak istenmiştir: Erzurum, Van, Bitlis bölgesi ve Mersin-İskenderun bölgesi. Bu bölgelerde Ermeniler düşmanla işbirliği yapmışlardır.

1917 yılında Rusya’da gerçekleşen Bolşevik Devrimi’nin ardından Rusya savaştan çekilmiş ve Brest-Litovsk barış görüşmeleri başlamıştır.

Alman Büyükelçisi Bernstorff Dışişlerine yazdığı 11 Aralık 1917 tarihli raporunda Talat Paşa’nın kendisine eğer Sovyet Rusya ile ayrı barış yapılırsa, Ermeniler için genel af ilan etmek niyetinde olduğunu, sürgün edilmiş ve/veya esir alınmış Ermeniler’in istedikleri yerde yerleşmelerine izin verileceğini ve kendilerine her türlü yardımın yapılacağını belirtmiştir. (SK 59)

1918 yılının Şubat ayında Brest-Litovsk barış görüşmeleri devam ederken Alman dışişlerine ulaşan bir yazı şu şekildedir:

“Rus işgali ile birlikte Türkler büyük sıkıntı ve acılara katlanmışlardır. Bu nedenle ileri harekât sırasında, Türkler’e baskı ve zulüm yapmış olan Ermeniler’e karşı misillemede bulunulabilir. Hem bizim hem de Osmanlı Devleti’nin çıkarları doğrultusunda Talat Paşa’yı yumuşatmaya ve barışçı bir siyaset izlemesini sağlamaya çalışmaktayım.” (SK 62)

Alman Başbakanı Graf Hertling 3 Mart 1918 tarihinde Alman parlamenteri Erzberg’e gönderdiği telgrafta ise şunları aktarır:

“Sorunun çözüme kavuşturulması için yapılan görüşmelerde Osmanlı devlet adamları, Ermeni çetelerinin yaptıklarından tüm Ermeni halkının sorumlu tutulamayacağı, ileri harekât esnasında hiçbir taşkınlığa meydan verilmeyeceği ve misillemede bulunulmayacağı hakkında inandırıcı açıklamalarda bulundular. Hatta bu konuda bizzat Sadrazam Talat Paşa ve Halil Bey, Alman Başbakanı’na ve Dışişleri Bakanı von Kühlmann’a güvence verdiler.” (SK 63)

Mondros Mütarekesi’nden sonra Damat Ferit Paşa sadrazamlığındaki hükümet Mart 1919’da çıkardığı bir kararnameyle Divanı Harbi Örfi’nin kurulmasını sağlamış ve mahkemenin başına Nemrut Mustafa Paşa’yı getirmiştir. Bu mahkemede İttihatçılar yargılandılar. Mahkeme iddianamesine göre suçları “savaş çıkarmak” ve “Ermeni katliamı”ydı. İddianemede asıl suçlu olarak başta Enver, Talat ve Cemal Paşalar olmak üzere birçok İttihatçı önder vardı. Tarık Zafer Tunaya’nın deyişiyle İttihatçılar “Adem ile Havva öyküsünden başlanarak” suçlanıyorlardı. Unutmamak gerekir ki, bu mahkeme kurulduğu zaman müttefik donanmaları çoktan (13 Kasım 1918) İstanbul’a gelmişlerdi. 28 Mayıs 1919 günü 78 yurtsever aydın Malta’ya sürgüne gönderildiler. Bildiğimiz gibi bu kişiler hakkında Malta’da “Ermeni katliamı” nedeniyle sürdürülen mahkemelerde İngiliz yargıçlar bir sonuca ulaşamamışlardı. Bu kişilerin serbest bırakılmaları da ancak Mustafa Kemal Paşa’nın kendilerinin serbest bırakılmalarını hızlandırmak amacıyla “Anadolu’da ne kadar görevli İngiliz subayı varsa hepsini tutuklayınız” emrinden sonra gerçekleşmiştir. Bu subayları hapishaneye konduktan sonra İngilizler birinci grup tutukluları serbest bıraktı ve bunlar arasında bulunan Sait Halim Paşa hemen sonra Roma’da cadde ortasında öldürüldü. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa ikinci grubun doğrudan savaş gemileriyle İnebolu’ya getirilmesini sağladı, çünkü İnebolu Anadolu hükümetinin kontrolündeydi. (HÖ 21)

Talat Paşa anılarında Hınçak ve Taşnak örgütlerinin faaliyetlerine ilişkin önemli belgeler sunduktan sonra şöyle der:

“Ermeniler’in bu isteklerini (bağımsız bir Ermenistan kurulmasından bahsediyor) haklı gösterecek tarihi hiçbir hakları yoktur. Osmanlılar doğu illerini Ermeniler’den almadılar. Ermeniler ise Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan bugüne kadar sınırlarının güvenliği ve bağımsızlık konusunda hiçbir çaba harcamadılar... Vatanın bütün yararlı şeylerini paylaşan bu halk, onun kederlerine ve yüklerine asla katılmıyordu. Ülkenin mutluluğundan da, ıstıraplarından da çıkar sağlıyorlardı; vatan için hiçbir savaşa katılmadılar ve bu uğurda bir damla kan dökmediler.” (HÇ 189)